MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik çağrısıyla başlayan yeni çözüm sürecinde yaptığı değerlendirmelerle dikkat çeken Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, sürece dair yeni açıklamalarda bulundu. Habertürk’ten Fevzi Çakır’a konuşan Uçum, sürecin kırılma eşiğine ilişkin şunları kaydetti:
“Türkiye’ye yönelik terör tehdidi ilk başladığından itibaren terörün tasfiyesi, Millî Devlet güçleri ve demokratik iradenin daimî hedefi olmuştur. Daha önce de bu hedefe ulaşmak için güvenlik pratiği dışında defalarca hamleler yapıldığı biliniyor. Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye Hedefi” adı verilen bu yeni aşama, terörü bitirmeye ilişkin özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimlerinde devletin geliştirdiği çok yönlü ve çok katmanlı stratejinin son aşaması olarak görülmelidir.
Bu son aşamanın 2024 Ekim ayıyla birlikte başlaması birçok koşulun bir araya gelmesinin sonucudur. Bunlardan bazılarına değinirsek: ülke içinde terörle mücadele pratiklerinin kesintisiz sürdürülerek başarıya ulaşması, terör vesayetinin tasfiyesi için siyasi ve hukuki kararlılığın büyük güç kazanması, bölgedeki terör odaklarından Türkiye’ye yönelik tehdide karşı sınır ötesi güvenli alanların oluşturulması, bölgede hesabı bulunan ve terör örgütünün unsurlarını Türkiye aleyhine kullanmaya çalışan güçlere karşı fiili ve diplomatik başarılar elde edilmesi ve yıllar alan hazırlıkların olgunlaşması öne çıkarılabilir.
Ülke Lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Ağustos 2024’ten itibaren ortaya koyduğu ve 1 Ekim 2024 günü TBMM’nin yasama yılı açılışında vurguladığı yeni paradigma ile büyük bir tecrübeye ve bilgeliğe sahip Sayın Bahçeli’nin yaptığı hamleler koşulları tamamlayan öncü girişimler olmuştur. Böyle bir ortamda “Terörsüz Türkiye” hedefine yönelik son aşama bir devlet inisiyatifi olarak başladı ve halen devlet politikası olarak devam ediyor”
“ÇÖZÜM SÜRECİ DEĞİL GEÇİŞ SÜRECİ”
Yeni sürecin “çözüm süreci” değil, “geçiş süreci” olduğunu belirterek önceki çözüm süreciyle arasındaki temel farkın, “terörle mücadelenin hem aktif hem destek unsurlarına yönelik pratiklerini kesintisiz ve kararlı bir şekilde yürüterek bu yeni aşamayı başlatmak olması” şeklinde tanımlayan Uçum, şöyle devam etti:
“Yani bu sürecin adı, öncekine benzer şekilde bir ‘çözüm süreci’ değil; bir ‘geçiş süreci’dir. Terörsüz Türkiye”ye geçişe ilişkin bir devlet inisiyatifi ortaya kondu ve bir devlet politikası olarak bu geçiş süreci yönetiliyor. Geçiş sürecinin ön şartları olarak terör örgütünün feshi gerçekleşti ve silah bırakma kararı alındı. Fesih ve silah bırakma kararıyla geçiş süreci somut olarak başladı. Artık geçiş sürecini başarıyla tamamlamak için yapılan çalışmalar söz konusudur”
MADDE 66 ÖNERİSİ
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, süreç kapsamında anayasal veya yapısal bir dönüşüm olup olmayacağı yönündeki soruya, 66. maddeye işaret ederek şu yanıtı verdi:
“Ret ve inkâr politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu. İçeride terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu. Elbette demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yeni anayasa kapsamında her zaman değerlendirilecek konular olur. Bu kapsamda;
Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, ‘Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır’ şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir.
Türkçe’nin devletin dili yani tek resmi dil olması, eğitim dili olması elbette tartışma konusu değildir. Bununla birlikte Türkçe’den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.
“BELEDİYE YASASI” ÖNERİSİ
Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir. Ancak bunlar artık tüm toplumun ortak konularıdır. Ayrılıkçı yaklaşımlarla değil, ortak politikalarla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır”
“TÜRKİYE’NİN KÜRTLERİNİN BİR STATÜ SORUNU YOK”
Türkiye’de Kürtlerin bir statü sorunu yaşamadığını belirten Uçum, “Bir “dış Kürt sorunu” tarifi yapmıştınız. Bunu açar mısınız? Terörsüz Türkiye hedefi, dış Kürt sorununun çözümünü de sağlar mı?” şeklindeki soruya da şu yanıtı verdi;
“Evet, son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli bir “dış Kürt sorunu” üretildi. Bu proje “etnik kimlik = milli kimlik = bağımsız (manda) devlet” formülüne dayandırılıyor. Bu, nesnel bir Kürt sorunu değildir. Emperyalist bir dayatma olarak Türkiye’den toprak koparıp Ortadoğu’da bir manda devlet kurma çabasıdır. Buna karşı 1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif, değinildiği gibi, “Terörsüz Türkiye” hedefidir.
Emperyalist proje, Türkiye’nin Kürtlerini; bağımsız devletleri olan Türkiye Cumhuriyeti’nden, vatanları Türkiye’den koparmayı hedefliyor. Kürtlere ait devlet ve ülke projesi, Kürtlerin “statü hakkı” olarak tarif ediliyor. Bunun ilk adımı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetki devri/siyasi özerklik öngörülüyordu. Nihai amaç ise emperyalizmin mandası bir devlet kurmaktı.Yani emperyalizmin kafasında Kürtlere biçilen rol; bölgede sürekli bir huzursuzluk faktörü, kullanışlı bir aparat, bir terör ordusundan ibaret. Bu plan, Kürtleri statü sahibi yapmak ya da büyütmek için değil, Türkiye’yi küçültmek maksatlıdır.
Türkiye’nin Kürtlerinin bir statü sorunu ve dolayısıyla statüye dayalı tarif edilecek bir hakkı yoktur. Çünkü sözü edilen statü; ülke ve devlet sahibi olmaktır. Türkiye’nin Kürtleri, bin yıllık kardeşlik ruhu ve bilinciyle emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımızda, yine aynı bilinç ve ruhla Cumhuriyetimizin kuruluşunda yer aldı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir!” ilkesi uyarınca Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Kürtler, gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılıp kendi kaderlerini ebediyen tayin etti. Dolayısıyla Kürtlerin Milli Devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir, Kürtlerin Vatanı Türkiye’dir.
Bu nedenle Terörsüz Türkiye hedefi, Kürtlerin Devletlerine ve Vatanlarına sahip çıkması çağrısını ve uyarısını da kapsıyor. Artık bir emperyalist proje olan “Türkiye Kürtlerine statü hakkı verilmesi” dayatmasına karşı alınacak tavırlar, Terörsüz Türkiye hedefinde safları belirleyecek temel ölçüdür.
Türkiye’ye dayatılan ve asıl amacı Türkiye’yi bölmek olan yapay “dış Kürt sorununa” karşı mücadele, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesindeki en temel konudur. İç Cephe’nin öncelikle bu konuda sağlamlaştırılması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini korumak için zorunludur, Türkiye’nin geleceği açısından hayatidir. Terörsüz Türkiye’ye geçiş, bu sorunun da çözümünü sağlayacaktır”
“DEMOKRATİK SINIRLAR İÇİNDE EN UÇ FİKİRLERİ SAVUNABİLİRLER”
“PKK silah bıraksa dahi HDP başta olmak üzere bazı yapılarla ilgili endişeler gündeme geliyor. Bu konuda devletin pozisyonu nasıl şekilleniyor?” şeklinde soruya karşı Uçum ise şunları söyledi:
“Bu endişelerden neyin kastedildiğine bakmak gerekir. Eğer bu partiler, terör vesayetinden kurtulduktan sonra demokratik siyasi hayatın meşru aktörleri olarak yol alırlarsa sorun olmaz. Demokratik alanda anayasal ve yasal sınırlar içinde en uç görüşleri savunsalar dahi bu, tek başına endişe edilmesi gereken bir husus değildir.
Esas olan, terör ve şiddetten tamamen arınmış bir ortamda demokrasiyi, hak ve özgürlükleri geliştirecek koşulları tesis etmektir. Elbette bu şartlarda demokratik siyaset yapan aktörler, Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü ve siyasi birliği aleyhine bir dil geliştirirlerse, toplumsal ve siyasal açıdan kaybeden kendileri olur. Bu noktada süreci belirleyecek temel etken sosyal ve siyasal dinamiklerdir.
Hukuki boyuta gelince; terör vesayeti altında siyaset yapan aktörler bakımından hukuk dışı durumlar süreklilik arz ettiği için hukuki tedbirlerin öne çıkması kaçınılmazdır. Ancak terörün tamamen tasfiye edilmesinden sonra, siyasetçiler demokratik alanda kaldıkları sürece hukuk dışına çıkmak istisnai bir durum olur. Böyle bir durumda ise hukuki yaptırımlar doğal olarak devreye girer”